23 Temmuz 2015 Perşembe

Biz Gerçekten de Çılgın Türkleriz! 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası

Üzüntülerimizi nasıl yüksek sesle paylaşıyorsak, sevinçlerimizde nara ata ata tüm dünyaya duyuruyoruz. Bunlar bize has tepkiler. Gözleri fal taşı gibi açılmış çok Avrupalı gördük. Aşırı reaksiyonlarımız oldukça ünlü. Bir de bunlara tüm işimizi gücümüzü bıraktığımız spor devreye girince değmeyin keyfimize.
Unutulmaz futbol maçlarımız var. Anımsadıkça ellerimizin ter olduğu, kalbimizin sıkıştığı. Futbolda son dakika takımı olmaya alışmıştık. Fakat basketbolda da son saniyelerin takımı olmamız gibi bir özelliğimiz var. 

2010 Dünya Basketbol Şampiyonasını Türkiye olarak domine etmiş durumdayız. Üstelik turnuvaya ev sahipliği yapıyoruz. Kayseri, İstanbul, Ankara ve İzmir şehirlerinde oluşuyla duruşumuzu gösterdik. 

Rahat ve takımımızın birlikte oynama süreci için prova niteliği taşıyan bir gruptaydık. Yunanistan ve Rusya takımlarını da ayırmazsak yanlış olur. Bu iki takımı gamsız bir şekilde üstesinden gelsek de en çok şaşırtan Porto Riko ile başa baş mücadele geçirmiş olmamızdı. 79-77'di yensek de rağbete de düşmememiz için uyarı niteliğindeydi.

Son 16'ya grubumuzdan 1. olarak çıkmamız avantaj sağladı. Fransa ile karşılaşmamız moral depolamış millilerimiz için tam bir meydan okumaydı. Ki Fransayı farklı yenerek iştahımızı kabarttı. Altını çizmek istediğim husus ise seyircilerimizin sadece İstanbul da değil diğer üç şehirde de "bizde buradayız" dediler. Korkularımız yersiz çıktı.



Milli duygular insanın tüylerinin diken diken yaparken üstüne küçüğünden, yaşlısına tribünlerin merdivenleri iğne atsan bile yere düşmeyecek kıvamında olunca insan ayrı bir gururlanıyor. 
Nba'de her maç için bu cümleler kurulabilir ve normal olarak karşılansa da bizlerde yavaş yavaş aşılıyoruz.

Sadece iyi oynamak da yetmez şans da bizden yanaydı. Bu yönüyle elinde sihir çubuklarıyla seyreden seyircilerimize, orkestra şefi havasıyla komut veren tribünlere de teşekkürü borç bilirim. 

Artık finale adım adım yaklaşırken çeyrek finalde Slovenyayı geçerek rahat bir nefes alıyoruz. Bu nefesi birazdan 40 dakika boyuncada tutma erdemine kavuşup son saliseler de soluksuz Türkiye çığlıkları olarak geri dönecek.

İnanıyorduk finalde olacağımıza küçük bir engel vardı. Yarı finalde eşleştiğimiz Sırbistan maçı sanki final havası estiren, saçımızı başımızı yolduran bir maçtı. 
Çok da iyi başlamadığımız, hücum eden rakibimizi durduramadığımız, kötü oynanan oyuna rağmen maçın içinde kalmayı ve galibiyet umutlarını yitirmeyen milliler, ilk üç çeyrekte zorlansak da maçın son çeyreği etkili savunmamızla duvara toslayan Sırbistan vardı.



Bitime 4,5 "saniye" kalırken durum 82-81 Sırbistan lehineydi. Oyuna kenardan başlayan millilerimiz, öyle bir top almalıydı ki ya hemen turnikeye gidecek ya da şut çekecekti ki bu da garanti değil. 
Savunması ile set oluşturan Sırbistan Kerem Tunçeri'nin turnikesine engel olamadı. Durum böylelikle 82-83 geldi. Çocuklar gibi şendik. Tüm takım sahayı sevinç naralarıyla donatırken hakem düdüğü çaldı. 0,05 salise kalmıştı. Ne olacak demeyin basketbolda az önce de gördüğümüz üzere saliselerin çok büyük önemi var.
Orada da kaya gibi duran Semih'in bloğuyla nefes kesen  son çeyrek izlettirdiler.
Bu basket de basketbol tarihine geçmeli. Bir de aralıksız 10 kez Kerem Tunçeri adının tekrarlanması. 

Finalde basketbol devi Amerika'yla karşılaştık. Kevin Durant takımını sırtladı. MVP olmayı da hak etti. Altın madalya alamadık belki ama müthiş maçlara turnikeler yolladık. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.