7 Haziran 2016 Salı

Sağ Ayağına Top Değmeyen Santrafor

Futbolcu bir babanın oğlundan isteyebileceği en büyük arzusu ne olabilir? Çok basit. Futbolcu olması... Buna benzer çok da örnek verilebilir. Ancak en 'baba' isimde açık ara Ferenc Puskas örneğidir. Tüm dünyaya mal olmuş serüveni ve ünü, futbol için sihirli bir değnek. Ne var ki bu değnek, kilometrelerce yol katedecek hatta üzerine bir de Dünya Savaş'ının bitmesini bekleyecek bir süzgeçten geçecek.

Sıkı çalışma ve yüksek sabır isteyen özelliklere sahip olmak gerek. Bunları çocuk yaşta, yaşadığı bölgenin takımı olan aynı zamanda babasının teknik direktörlük yaptığı Kispest takımında yerini alarak gösterir. Hiç şüphesiz ilk 11'de. Kendini ispatladıktan sonra gururlanan babasına A takımda rolünü üstlenir. Fakat küçük bir sorun vardır. 



1940'lı yıllarda Dünya Savaş'ının sona ermesini beklemek zorundadır. Savaş'ın bitişiyle hemen Milli takıma çağrılır.  Üstelik sadece 18 yaşındadır. Ülkeyi savaşın etkileri sarmışken bir nebzede olsa sıyrılmak ister kana bulaşmış topraklardan... 
Ve soluğu yeşil sahalarda alır. Yanı başındaki komşuları Avusturya ile oynadıkları maçta, milli formayla ilk golünü atar. Gollerine ve top cambazlığına Kispest ve Milli takım da devam ettiren Puskas o dönemlerde dahi "Sihirli Macarlar" olarak anılan takımın kaptanlığıyla taçlandırılır. Zira her şeyin yolunda gitmesi beklenemez!

Savaşın sona ermesini fırsat bilen Macaristan Savunma Bakanlığı komünist rejimle, Kispest takımında da nasibini alır ve takımı ordunun kulübü haline dönüştürür. Dolayısıyla futbolcu olan her oyuncu yollarına rütbelerini alarak yola devam etmek zorunda kalırlar. 
Bu takım ya da ordu, Puskas önderliğinde sansasyonel fark yaratacak galibiyeti, İngiltere'de almayı başarır. Wembley ışıkları altında yanan skor 6-3'tür. İngilizleri yenen Macarların en büyük payı da Puskas'a bırakıyorlardı. 

Kısacası önüne gelen tüm takımları deviren Macarları durduran Almanlar olacaktı. Bir yandan Macaristan'da halk ayaklanır ve işler hiç de istenildiği yöne gitmez. Bilbao ile oynayacakları maçı Belçika'da oynamak zorunda kalırlar ve çarşaf çarşaf idam haberlerini okuyan Puskas ülkesine dönmeyi reddeder. 
Aslına bakılırsa yeşil sahaların gelmiş geçmiş en büyük sol ayağına doğuşu da bu vesile ile başlar. Puskas kendi yolunu açarken 31 yaşında Real Madrid'e imzasını atar ve bu serüven tam 8 yıl tarihe altın harflerle not düşecek bir efsaneye dönüştürür. 



La Liga'ya fırtına gibi bir giriş ile 4 hat-trick'ten fazlasıyla imzasını atar. Yine de şampiyonluk için biraz bekleyecektir. Sabır onun başarı hikayesinin bir parçasıdır. 
Takım arkadaşı Di Stefano ile yakaladığı "ruh" hem üst üste şampiyonlukları hemde gol krallığını getirecekti. Bir de bu ikiliye "Les Galacticos" isminin hakkını.
39 yaşında yeşil sahalarda kramponlarını bırakır.... Beraberinde 528 maçta 512 gollük inanılmaz istatistikleri de Madrid sahalarına kazır.

Futboldan sonra teknik adamlık görevini üstlense de futbolculuk hayatı kadar performans sergileyemez. 5 kıta gezer ne var ki başladığı nokta Macaristan Milli Takımında son bulur. Ölmeden efsaneleşen Puskas hayatının geri kalanının hastalık mücadelesi vererek geçirir. Ne yazık ki kazandığı ödüller ve de altın ayakkabı ödülünü dahi satmak zorunda kalır.
FIFA Puskas'ı unutmaz ve ilham veren biri olarak 2009 yılı itibariyle yılın en estetik golünü atan futbolcuya FIFA Puskas ödülleri altında ödüllendirir. 

Ve veda zamanıdır...
"Futbolda iyi oynadığın sürece yaşarsın. Seyirci iyi oynadığın sürece alkışlar. Alkışlara aldanmayacaksın ve iyi oynayıp sahada ter dökeceksin. Futbolcunun başka çaresi yoktur. Eğer kötü oynarsan o alkışlayan ellerin bir anda sana doğru sıkılan yumruklara dönüştüğünü görürsün. Kesinlikle kızmayacaksın, gücenmeyeceksin ve yılmayacaksın. Yapacağın tek şey var. Daha çok çalışacaksın ve o yumrukların alkışa dönüşmesini sağlayacaksın. Futbolun değişmez yasasıdır bu.”
Ferenc Puskas!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.