28 Haziran 2016 Salı

Tenis Sporuna Atfedilen Aristokrat

Onun için mesafesini koruyan, ölçülü bir tarz, saygın duruş ve kendini beğenmişlik denmez belki ama doğal bir uzvuymuş gibi duran asil duruş sergileyen Stefan Edberg. Aslında Edberg tenis sporuna atfedilen aristokratlığın resmiydi. O hiç terlemez; kıyafetlerinin hiç ütüsü bozulmaz ya da saçları ilk çıktığı anda ki gibi dururdu.

Kim bilir onu farklı kılan da bu özellikleriydi belkide. Günümüzün bir nevi Roger Federer'e eş değer yaşayış ve oyun biçimiydi. 1983 yılıyla beraber profesyonelliğe adım atmış, aralıksız yükselişinin sinyallerini vermeye başlamıştı. İlk Grand Slam başarısını ülkesinden (İsveç) çok uzaklarda, Avustralya Açık'ta verecekti. Hemen ardından gelen yılı 1 numaraya oturarak, bakışları üzerine çekecekti.



Tıpkı şimdilerde olduğu gibi 80'li yıllarda çekişmeli koltuk savaşları, file önü dengelerin değiştiği yıllara tekabül ediyordu. Akıllara durgunluk veren, Boris Becker rekabeti halen daha Djokovic-Federer ile birlikte bahsedilir.
Ivan Lendl'dan aldığı dünyanın 1 numarası unvanını bir kaç kez Boris Becker, iki kez de Jim Courier'e bırakmış ve geri almasını bilmişti. Bundandır bu rekabetin tatlı gelmesi. Bu arada 1.'lik unvanını toplam 72 hafta göğüslemişti.

O beyefendi çizgisinin altında yatan savaşçı ruhu, halen daha antrenörlüklerin de görmek mümkün. Hazır konu Federer'e gelmişken, esasında Federer'in idol olarak gördüğü ender isimlerden biri olduğu gerçeği ortada. Her ne kadar tenis hayatından sonra "antrenörlük" yapmayı düşünmese de söz konusu Roger Federer olunca elinin tersiyle itmek istemedi, denemeyi tercih etti. 

Karşı koltukta Federer'in 1 numaralı rakibi Djokovic tarafından Boris Becker atağı gelince kuşkusuz kendi tarafını eski rakiplere karşı kozunu ortaya koydu. Nitekim buraya kadar da gülen taraf hep Djokovic yakasıydı.
Uyumlu çalışmaları, benzer tarzları ve de hedefe odaklanmaları ile doğru bir tercih olmuştu. Ama bir yerde açık vardı. Bunu ararlarken bir türlü 1.'liğe ulaşamadı, 2.'liklerle yetindi. Ve böylece Edberg'in pek de uzun sürmeyen "koçluk" deneyiminin sonlarıydı. 
Edberg'in kıramadığı bir diğer şeytanın bacağı ise Roland Garros kehanetiydi. Yine de döneme kişiliği ile damga vuran tenis beyefendisiydi o!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.